Yaşar Üniversitesi, bilimsel faaliyetler ve farkındalık çalışmaları gerçekleştirmek amacıyla Kadın ve Aile Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi'ni (YÜKAM) hayata geçirdi.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü öncesi düzenlenen panelde Yaşar Üniversitesi Kadın ve Aile Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin (YÜKAM) kurulduğunu duyuran Prof. Dr. Huriye Toker, “Merkezimiz, bir yandan toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ilişkin farkındalık çalışmaları ve bilimsel faaliyetler gerçekleştirirken, diğer yandan kentimizi ve ülkemizi bu konuda güçlendirmek için bir rüzgar oluşturmaya çalışacaktır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği kız ve oğlan çocuklarının doğduğu anda hayatlarını etkilemeye başlar. Bugün pek çok toplumda oğlan çocukları küçük yaşlardan itibaren daha özgür, daha bağımsız olarak yetiştirilir. Eğitime katılımda kent yaşamında eşit fırsatlara sahip olsalar da, eğitim hayatı içinde bir kız çocuğu ile bir oğlan çocuğundan beklentiler farklılaşır. Başarı beklentileri bile araştırmalarda kız ve oğlan çocukları için değişiklik göstermektedir. Aile içinde kız çocukları küçük yaşlardan itibaren kadınların farklı işler yapsalar bile ailenin tüm üyelerinin var oluşunu sağlayan bakım emeğini üstlenmek durumunda olduğunu ya da çalışıyorsa ev ile ilgili işlerin daha fazlasıyla kendilerinden beklendiği ön kabulünü içselleştirerek büyütülürler. Bugün dönün bakın bu eşitsizliklerle karşılaşmıyorsanız siz toplumsal cinsiyet eşitliği açısından avantajlı bir konumdasınız demektir ama ülkemizde maalesef bu eşitsizliklerle, baskılarla mücadele eden pek çok kadın ve erkek var. Bu nedenle toplumsal cinsiyet eşitsizliğine hepimiz şahidiz ve susmayacağız” diye konuştu.
Panele konuşmacı olarak katılan Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu Toplumsal Cinsiyet Temelli Şiddet Uzmanı Meltem Ağduk, “Kadına yönelik şiddet herkesin sorunu. Nasıl Yok edeceğiz?” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Kadına yönelik şiddetin ve altında yatan toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin çözümünde çaba sarf eden sivil toplum kuruluşlarının, kadın örgütlerinin ve son dönemde kadın platformlarının yanı sıra artan özel sektör desteğinin bulunduğunu belirten Ağduk, “Kadına yönelik şiddeti, kadın örgütlerinin olağanüstü gayretleriyle daha fazla konuşur olduk. Dünyada milyonlarca kadın herhangi bir şiddet türüne maruz kalıyor. Biz, Türkiye’de genellikle ev içi şiddetten bahsediyoruz ama Avrupa’nın bir köşesinde de ücret eşitsizliği şiddeti yaşanabiliyor. 2014 yılında yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de her 5 kadından 2’si, Avrupa’da ise her 5 kadından 1’i hayatının herhangi bir döneminde cinsel veya fiziksel şiddete maruz kalıyor. Şiddetin, kök nedeni çok önemli. Bu kök nedenler arasında kültürel inançların, toksik toplumsal normların, toksik erkekliğin ciddi bir yer tuttuğunu düşünüyorum. ‘Erkeklik’ denilen tanımı toplumun tamamı inşa ediyor, dolayısıyla bu tanımdan hepimiz sorumluyuz. Yoksulluk, eğitimsizlik, yaşamdaki farklı fırsatlara erişimdeki eşitsizlik gibi nedenler genellikle şiddetin nedeni gibi gösteriliyor. Ancak bunlar şiddetin nedeni değil, şiddeti oluşturan yan faktörler. Yani bunlarla birlikte şiddet gösterme riski artıyor. Pandemi döneminde ise şiddet dünya genelinde arttı. BM Nüfus Fonuna göre 6 ay kapanmayla kadına yönelik şiddet 31 milyon arttı. Dünya genelinde 31 milyon daha fazla kadın şiddet gördü bu süre zarfında. Şiddet uygulayanla aynı ortamda olmak otomatik olarak bu rakamı artırdı” bilgisini verdi.
“Yeni bir bakış açısı gerekiyor”
Dokuz Eylül Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Özlem Duva da kadına yönelik şiddetin izlerini binlerce yıllık felsefi bakış açısının akıl-doğa, erkek-kadın, iyi-kötü gibi ikili ayrımlardan beslendiğini ve yeni bir bakış açısıyla tüm düşünce sisteminin gözden geçirilmesi gerektiğini savundu. “Mitos ve Logos İlişkisinde Ataerki. Başka Bir Felsefe Mümkün Mü?” başlıklı sunum gerçekleştiren Doç. Dr. Duva, “Bugün güçlü olan dışındaki tüm dezavantajlı gruplara farklı şiddet türleriyle baskı kurmaya devam eden ataerkil yapı, ancak yeni bir eleştirel düşünüş ve bakış açısıyla zayıflatılabilir” dedi.